KORUMA SİSTEMİNİN SUİSTİMALİ (GENİŞLEMESİ) VE SONUÇLARI

  

ÖZET

           

            Osmanlı Devleti’nin etkilendiği birçok kaynak vardır. Bunların harmanlanması onu şahsına münhasır bir devlet haline getirmiştir. Kapitülasyonlar meselesi de bu kaynaklardan biri olan Bizans’tan miras kalarak Osmanlı Devleti’nin sisteminin içerisinde yer edinmiştir. Kapitülasyonların Osmanlı Devleti’ndeki çoğunlukla zımmî statüsünde bulunanlara tezahürü, himaye sistemini doğurmuştur. İlk başta konsolosluklarda çalışacak görevlilere verilen beratlar şeklinde başlayıp millet temelinde genişleyerek tebaa değiştirmeye kadar varan bir sistem haline dönüşmüştür. Osmanlı Devleti sorunları daha 18. yüzyılın ortalarından itibaren görmüş ve önlemler almaya çalışmıştır. Mevcut literatüre bir yenisinin eklenmesi amacını taşıyan bu makale, koruma sistemi, koruma sisteminin yapı taşları, koruma sisteminin suiistimal edilmesi ve Osmanlı Devleti’nin buna karşı aldığı önlemleri inceleyecektir.

Anahtar Kavramlar; Koruma Sistemi, Tüccar, Berat, Tabiiyet, Konsolosluk, Dragoman.

 

GİRİŞ

            Kapitülasyonların Osmanlı Devleti kurulduğu andan itibaren bakiyesini üstlendiği devletlerde de mevcut olduğu görülmektedir. MÖ. 1294-1244 yılları arasında Kral Proteus’un Tyr kentinden gelen Fenikelilere verdiği imtiyazlara kadar giden kapitülasyonların hep benzer sonuçlar doğurduğu görülmektedir. Kapitülasyonu vererek devlet, kendi hukukunu onlar üzerinde uygulayamamaya başlar, ticari ağlar oluşturmalarını vb sağlamış olurdu. Bunun yanında Osmanlı Devleti’nde farklı olarak zimmet statüsünün bulunması ile farklı dile sahip, farklı tanrılara inanan yabancıların yaşam haklarının olması himaye sistemi şeklinde ifade edilebilecek bir sistemi gündeme getirmiştir. Bu sistemin genişlemesi Osmanlı tebaasının Osmanlı Devleti’ne bağlılığını da koruyarak uyruk değiştirmeye kadar varan bir durumu gözler önüne sermektedir. Bu konuda devletlerin farklı uygulamaları olsa da –Fransa’dan yurttaşlık alınmasının zor olması gibi-[1] himaye sisteminin genişlemesi sonucunda uyruk değiştirmenin yaygın hale geldiği söylenilebilir.

1.      Koruma Sistemi

            Hukukî dayanağı kapitülasyonlar, ferman ve beratlar[2] olan koruma sistemi, daha çok gayrimüslim Osmanlı tebaasının siyasî, ticarî, hukukî vb. amaçlarla yabancı devletlerin koruması altına alınması usulü olarak tanımlanabilir. [3]  Osmanlı Devleti bu koruma sistemine dâhil olan kişilere beratlar tahsis etmiştir. Bu beratlar büyükelçilere başlangıçta ihtiyaç doğrultusunda, zamanla istismara yol açacak şekilde bir sayı belirtmeleri neticesinde belirli işlemlerden sonra verilmiştir. Büyükelçi ve konsoloslar önemli mahmilerdendi. Fakat bunların yanında tercümanlar yani dragomanlar[4], yasakçı denilen elçiliklerin muhafazasında görevlendirilen yeniçeriler, mahzenciler, simsarlar ya da sarraflar, elinde haraç kâğıdı bulunduranlar ve tüccarlar da sayılabilir. A. Gündüz Ökçün, mahmileri yerli ve yabancı olarak ikiye ayırmıştır. Yerli mahmileri Osmanlı tebaası oldukları halde Osmanlı Devleti’nden kapitülasyon almış herhangi bir devletin himayesinden faydalanan kişiler olarak tanımlamış ve yerli mahmiler arasında tercümanları, yasakçıları, hatta fahri konsolosluk müessesesinde Osmanlı tebaasından konsolos, konsolos vekili, konsolos muavini gibi görevlerde bulunacak kişileri saymıştır.[5] Boogert bahsedilen yasakçıları yegâne Müslüman mahmi olarak zikretmektedir.[6]

            Osmanlı Devleti’nde elçilik görevi yapanlara ilk zamanlarda gayrimüslimken İslamiyet’i kabul eden dil bilen bir tercüman verildiği bilinmektedir. Sonrasında Osmanlı tebaası Hristiyan reayanın Müslüman tercümanların yerini aldığını, 1699’dan sonrada Fransızların dil oğlanları okulu kurmalarıyla tercümanların Müslümanlardan seçilme uygulaması, konsolosların bu tercümanlara güvenmemesinden dolayı sonlanmıştır.[7]  Konsolos, tercüman ve maiyetlerindeki memurların sahip oldukları imtiyazlar vardır ve Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde fazlasıyla artmıştır. Bu da kapitülasyonlarla verilen haklarla paraleldir. Yine konsolosluk tercümanları mahkemede vekillik veya tercümanlık görevini üstlenmekteydiler. Mahkemelerde temsiliyet haklarının bulunduğuna dair Kemal Çiçek, bir belgeyi alıntılayarak şöyle demektedir: “France tüccarı ile bir kimsenin niza’ı (davası) olsa kadıya vardıkta Francalunun tercümanları hazır bulunmaz ise kadı davaları istima’ itmeye, eğer tercümanları mühim mesalihte ise gelince tevakkuf oluna”.[8]

Tercümanların öneminin son zamanlarda daha çok arttığı, işlerine gelmeyen durumlarda belgeye imza atmadıkları ya da mahkemeyi geçersiz kılmak için mahkemeye hiç gitmedikleri görülmektedir. Oysa tercümanlar davalarda yargıç konumunda değillerdir ve davada olmamaları durumunda geçersiz sayılmaz.[9]  Tercümanlarla alakalı olarak 1740 yılında Fransa’ya verilen kapitülasyon maddelerine bakılırsa, konsolos ve elçilerin istedikleri tercümanları istihdam edebileceği 45. Maddede; büyükelçilik ve konsolosluklarda çalışacak tekâliften muaf olacak Osmanlı tebaasının sayısının 15 ile sınırlandırılması 47. Maddede vb. maddelerde de başka hususlar yer almıştır.[10] 18. yüzyılın ikinci yarısında tercümana verilmiş berattan kendisi, çocukları ve hizmetkârları faydalanıyordu.[11] Çocukların sayısıyla alakalı herhangi bir sınırlama olmasa da 18. yüzyılda hizmetkâr sayısının iki ile sınırlandığını görmekteyiz. Bunun sebebi de Osmanlı Devleti’nin beratların satılmasının farkında olmasıydı.[12] 1758 yılındaki tercüman reformu bu farkındalığı göstermektedir.[13] Dragomanlar her ne kadar ticaret konusunda bilgili olsalar da bazı tüccarların simsar ya da mahzenci adı verilen kendi aracılarını istihdam ettiklerini görmekteyiz. Kapitülasyonlar bunlara herhangi bir ayrıcalık tanımasa da bunları elde etmeyi bilmişler ve 18. yüzyılın ortalarına gelindiğinde dragomanların vergi muafiyetlerinden yararlanmışlardır.[14]

2.      Koruma Sisteminin Genişleme Süreci ve Osmanlı Devleti’nin Aldığı Önlemler

            Fahri konsolosluk denilen en tenha yerlerde dahi açılan konsoloslar için bir tercümanın[15] bulundurulmasına izin verilmişti. Bu durum fahri dragomanları da karşımıza çıkarmaktadır. Bu dragomanlar çoğunlukla ellerine verilen beratı bile okuyacak noktada olmamakla birlikte tercümanlıkla da pek işleri yoktu. Daha çok beratı aldıktan sonra tüccar olarak Osmanlı ticarî ve ekonomik hayatına hâkim olmaya başlamışlardır. Böylece beratlı tercümanın beratlı tüccara dönüştüğü ve yabancı devletlerin himayesi altına girilmeye başlandığı görülmektedir. Müstemin tüccarın yararlandığı her imtiyazdan yararlanan bu kişiler 18. yüzyıldan itibaren yabancılarla ilişki kuran gayrimüslim Osmanlı tebaası idiler. Erdoğan Keleş, 18. yüzyılın ortalarında yabancı devletlerin berat verdikleri Osmanlı Devleti’nin gayrimüslim tebaasının sayısının kendi tebaalarının sayısını aştığını, III. Ahmed devrine ait bir fermanda ilk kez Osmanlı tebaası bazı Yahudi ve Hıristiyanların ticaret yapmak amacıyla akrabaları ve ilişkide bulundukları kimseleri vergilerden muaf tutmak için tercümanlık beratı edindiklerini belirtmektedir.[16] Yine vergilerden muafiyeti sağlamak amacıyla konsoloslardan tezkere ve patenteler alarak muafiyet iddiasında bulunmuşlardır. Hatta bazıları Avrupalılar gibi dahi giyinmeye başlamıştı.[17] Beratların verilmesi büyükelçiler ve konsoloslar için ek gelir demekti –ki aşağı yukarı bir beratın fiyatı 2000 kuruştu-[18] Bu durum daha 1748 yılında Levant Kumpanyası’nın dikkatini çekmiş ve İngiliz korumasında olan fahri dragoman sayılarının sınırlandırılmasını istemişti. Ancak İngiliz büyükelçisi buna karşı çıktı.[19]

Namık Kemal konsolosun her istediği kişiye bir ecnebi ile arasında Nasreddin Hoca’nın tavşanın suyunun suyunun suyu fıkrasındaki gibi pasaport verebildiği için mahmi ve tebaa sayılarının arttığından bahsetmektedir.[20] Halil İnalcık, 1793 yılında Halep’te 1500 kadar zımmî tüccarın tercümanlık beratı aldığından ve yapılan teftiş sonucunda bunların sadece altısının gerçek tercüman olduğunun ortaya çıktığından bahsetmektedir.[21] Boogert, 1992 yılında yayınlanan Bruce Masters’ın eserine dayanarak Halil İnalcık’ın 1793’te Halep’te bahsettiği mahmi sayısının düşük rakamlarda olduğundan bahsetmiştir. O Düvel-i Ecnebiyye defterlerine dayanarak Halep’teki Fransız, İngiliz, Hollandalı beratlarının sayısının 31 olduğunu ve genel olarak 18. yüzyıl sonunda Doğu Akdeniz için toplam beratlı sayısının 2500’e ulaştığını söylemektedir.[22]

            Daha önce bahsi geçen 1758 tercüman reformuyla[23] birlikte beratların öneminin azaldığı görülmektedir. Bu fermanda tercümanların gerçek sayısının tespit edilmesi, verilen sened ve patentelerin geri alınması, tercüman, oğulları ve iki hizmetlisinden başka kimsenin muafiyet iddiasında bulunmaması ve konsolosların kâfi derecede tercüman bulundurmaları söz konusuydu.[24] Ayrıca hamillerinin ölmesi ya da emekliliğe ayrılmasından dolayı boşa çıkan beratlarda kimseye verilmeyecekti. 1758 tercüman reformundan sonra 1786 ve 1806 yıllarında birtakım önlemlerin alınması beratların öneminin azalmasında etkili olmuştur. Beratların öneminin azalması yeni bir tehlikeyi gündeme getirmişti. Yabancı devletler, tüm milletler ki Ruslar, önce Rumlar sonra Ermeniler üzerinde, Fransızlar, Katolikler üzerinde; İngilizler ve Prusyalılar, Protestan toplumu ve Museviler üzerinde koruyuculuk hakkı öne sürmüştü.[25] Sonyel koruma sistemi üzerine yazdığı makalede özellikle muhtemelen Osmanlı’nın Rusya endişesinden dolayı Rusya korumacılığına ağırlık vererek sistemin suiistimal edilmesini kaleme almıştır. O Kırım Savaşı’ndan beri birçok gayrimüslim tebaanın Rus pasaportu almaya can attığını söylemektedir.[26] Her ne kadar sadece Osmanlı tebaasının uyruk değiştirdiğinden bahsedilse de toprak satın almak için eski tabiiyetlerini kaybetmeden Osmanlı tebaası olarak yazılan ecnebilerin varlığı da söz konusudur. Buna önlem olarak 1248 tarihli kanunla ecnebilerin mülk sahibi olması kabul edilmişti.[27]

            1808’de Ruslar, 120.000 Rum’u mahmi zümresine dâhil etmiş, böylece III. Selim saltanatında devlet adamları kapitülasyonlara karşı reaksiyon göstermiştir.[28] Yabancı devletlerin himayesi altına girmeyen Osmanlı tebaası gayrimüslim tüccar müstemin ve beratlı tüccar arasında aracı konumundaydı. III. Selim bu iki tüccarın etkisini kırmak ve kendi tebaasını korumak adına 1802’de Avrupa tüccarı adıyla aynı imtiyazlardan faydalanan bir sınıf oluşturdu.[29] Aslında bu iki tüccarla II. Mahmut’un bu zümreyi ortadan kaldırmasına kadar özellikle belirledikleri tekellerle mücadele eden bir başka zümre olarak ayanları görmekteyiz.[30]

            Müslüman tüccarlarında bu hakları talep etmesiyle birlikte 19. yüzyılın ilk çeyreğinde Hayriye tüccarı adıyla bir zümre oluşturulmuştur. Burada şuna değinmek gerekiyor ki Müslümanlar askerî ve idarî kadrolarda yer aldıklarından etkili kısmın ticaretle uğraştığı söylenemez. Haliyle en yetenekli gayrimüslimlerin devlet hizmeti dışındaki mesleklere yönelmiş olduğu görülüyor.[31] Bunun yanında tacirler için resmi belgelerde kullanılan bezirgan veya madrabaz kelimeleri vurguncu ve dalavereci gibi küçültücü anlamlar kazanmıştır. Şennur Şenel bu yüzden ticaretle uğraşmanın 2. sınıf bir uğraş olduğunu söylemektedir.[32] Bu Doğu’dan ziyade Batı kültüründe vardır. Mesela William Shakespeare’in Venedik tacirinde Antonio ve arkadaşının ticaretle uğraşan Shylock’tan borç alacakları zaman kendisinden borç isteyen kişiye aynen şöyle demiştir: “Signior Antonio, paralarım ve tefeciliğim yüzünden Rialto’da beni az horlamadınız.”[33] Oyunun sonunda tüccarın haklı olduğu halde haksız duruma gelmesi ve aşağılanması bunu göstermektedir. Sonuç olarak yine Osmanlı tebaası olan gayrimüslimler eliyle ticarî faaliyetler yürütüldüğünden Müslümanların bu alanda uğraşmaları küçük çapta kaldı.

            Hayriye tüccarlarının seçilmesi belirli şartlara bağlanmıştır. Böylece Müslüman ve elit bir ticarî zümre oluşturulma çabaları vardır. İlk başta İstanbul’da 40, diğer önemli şehirlerde 10’ar kadro açılmıştır. Daha sonra sayı artırılsa da devletin amaçladığının dışına çıkıldığı görülüyor. Nitekim devlet yabancı tüccarın ve Avrupa tüccarının Osmanlı Devleti’ndeki hammaddeyi dışarı çıkarmasına engel olmak isterken Hayriye tüccarlarının da bu sürece katkı sağladıklarını görmüştür. Tek farkı ilk grup Batı’ya taşırken, Hayriye tüccarları Rusya ve İran’a taşımıştır.[34] Kapitülasyonlarla birlikte artan imtiyazlarla baş edemedikleri veya gereğince önem vermediklerinden Hayriye tüccarlarının özellikle 1838 Balta Limanı Sözleşmesi’yle birlikte etkisini yitirdiği söylenebilir. Tüccarlara tezkere verilmesiyle tezkereli tüccar oluşmuştur. Osmanlı Devleti yabancı tüccar ile yönetici zümreye tezkere vermemiştir. Hedefi tezkereli tüccarlarla bu iki zümreden kurtulmaktır. Tezkereli tüccarlar Hayriye ve Avrupa tüccarı gruplarından veya sivil ticaret erbabından üretici ve ihracatçı arasındaki bağlantıyı kurma iznine sahip yegâne zümre olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Mehmet Genç bu zümre hakkında ayrıntılı bir incelemenin yapılmadığını söylemektedir.[35]

            Avrupa ve Hayriye tüccarlarının oluşturulması yabancı devletlerin koruyuculuk iddialarına karşı Osmanlı Devleti’nin almış olduğu önlemlerdendi. Bunların işe yaramadığı 1860 yılında İstanbul’daki Amerika ortaelçiliğinin verilerinden anlaşılabilir. İstanbul’da yaklaşık 50.000 Osmanlı tebaası, yabancı devletlerin koruması altında bulunmaktaydı.[36] Osmanlı Devleti ilk olarak beratlılar akabinde tabiiyet değiştirme meselesi ve çevre etkenler sebebiyle de bunun genişlemesiyle millet temelinde koruma sistemi uygulamalarına karşı daha öncede bir kısmı zikredilmiş olan birtakım önlemler almıştır. 1758 tercüman reformundan sonra 1786 ve 1806 düzenlemeleri, sonrasında Avrupa ve Hayriye tüccarı statülerinin oluşturulması, daha sonra 7 Temmuz 1867’de yabancı elçiliklere gönderilen muhtıra, 1869’daki Tabiiyet-i Osmaniye Kanunnamesinin çıkarılması bu önlemler arasında zikredilebilir. Tabiiyet-i Osmaniye Kanunnamesi ile Osmanlı Devleti’nde yaşayan bir kişi yabancı bir devletin tebaası olduğunu ispat etmek zorundaydı. Ayrıca yabancı devlet uyrukluğuna geçenlere geçtikleri tarihten itibaren ecnebi muamelesi yapılmasını da içermekteydi. Neticede koruyuculuk durumu 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşmasıyla birlikte sona ermiştir.[37]

SONUÇ

 

            İncelenen kaynaklar sonucunda koruma sisteminin 18. yüzyıl itibariyle büyükelçilerin arzı doğrultusunda berat verme ile başladığı görülmüştür. Sayıları bilindiğinin aksine çok olmasa da tenha yerlerde dahi fahri konsoloslukların açılması ticaretin tercümanlık beratı verilen tüccarlar aracılığıyla yapıldığı, kapitülasyonların sağladığı tüm imtiyazlardan -en imtiyazlı devlet olma statüsüne göre- faydalanıldığı görülmüştür. Beratların etkisini yitirmesiyle birlikte yabancı devletlerin uyrukluğuna geçme tehlikesi ortaya çıkmış, bu durum da Osmanlı Devleti’nin başına dert olmuştur. Osmanlı Devleti önce beratlıları sonra uyrukluğa geçme ile himaye sistemini önlemek için birtakım önlemler alsa da küçük çapta neticeler vermesi dışında hiçbir sonuç alınamamıştır. Bu büyük dert ancak Lozan Antlaşması ile ortadan kalkmıştır.


KAYNAKÇA

 

APAYDIN, Bahadır, Kapitülasyonların Osmanlı-Türk Adli ve İdari Modernleşmesine Etkisi, İstanbul Kültür Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmış Doktora Tezi, 2009.

BARKAN, Ömer Lütfi, “Türk Toprak Hukuku Tarihinde Tanzimat ve 1274 (1858) Tarihli Arazi Kanunnamesi” Tanzimat 1, MEB, İstanbul, 1999, s. 321-421.

BOOGERT, Maurits H. Van den, Kapitülasyonlar ve Osmanlı Hukuk Sistemi (18. Yüzyılda kadılar, konsoloslar ve beratlılar), Çev. Ali Coşkun Tuncer, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2014.

COLLAS, Bernard Camille, 1864’te Türkiye Tanzimat Sonrası Düzenlemeler ve Kapitülasyonların Tam Metni, Bileşim Yayınevi, Çev. Teoman Tunçdoğan, İstanbul, 2005.

ÇİÇEK, Kemal, “ Osmanlı Devletinde Yabancı Konsolosluk Tercümanları”, Ed. Kemal Çiçek-Abdullah Saydam, Kıbrıs’tan Kafkasya’ya Osmanlı Dünyasında Siyaset, Adalet ve Raiyyet, Derya Kitabevi, Trabzon, 1998, s. 172-183.

DEMİRYÜREK, Mehmet, "İngiltere Tercümanları ve 1758 Tercüman Reformu”, Belleten, Cilt 80, Sayı, 288, Ankara, 2016, s. 439-482.

GENÇ, Mehmet, “Yed-i Vâhid”, DİA, Cilt 43, İstanbul, 2013, s. 378-383.

GÜRİPEK, Mustafa Can, Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadi Düşüncenin Modernleşmesi ve Hayriyye Tüccarları, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Anabilim Dalı İktisat Tarihi Bilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2018.

İNALCIK, Halil, “Osmanlı’nın Avrupa ile Barışıklığı: Kapitülasyonlar ve Ticâret”, Doğu-Batı (Savaş ve Barış), Sayı 24, 2. Baskı, Ankara, 2003, s. 55-81.

KELEŞ, Erdoğan, “Avrupa Tüccarının Hukukî ve Ticarî Durumlarına Dair Bazı Tespitler (1835-1868)”, Belleten, Cilt 79, Sayı 284, Ankara, 2015, s. 199-292.

Namık Kemal, “Konsoloslar”, Osmanlı Modernleşmesinin Meseleleri Siyaset/ Hukuk/ Din/ İktisat/ Matbuat Bütün Makaleler I, Haz. Nergiz Yılmaz Aydoğdu ve İsmail Kara, Dergâh Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2019, s. 333-336.

 

 

ORHONLU, Cengiz, “Tercüman”, İA, Cilt 12/1, 2. Baskı, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1979, s. 173-181.

ÖKÇÜN, A. Gündüz, “Kapitülasyonlar Hakkında Bab-ı Âli’nin Sefaretlere Gönderdiği 7 Temmuz 1867 Tarihli Muhtıra” AÜSBF Dergisi, Cilt 22, Sayı 3, Yıl 1967, Ankara, 1968, s. 139-151.

SONYEL, Salâhi R., “Osmanlı İmparatorluğu’nda Koruma (protégé) Sistemi ve Kötüye Kullanılışı”, Belleten, TTK, Cilt LV, Sayı, 213, Ankara, 1991, s. 359-369.

SHAKESPEARE, William, Venedik Taciri, Çev. Bülent Bozkurt, Remzi Kitabevi,12. Baskı, İstanbul, 2013.

ŞENEL, Şennur, “Osmanlılarda Ticaret Anlayışı ve Ticaret Teşkilatında Yeni Bir Yapılanma: Hayriye Tüccarı”, Türkler, Cilt 10, Ankara, 2002, s. 1364-1380.

QUATAERT, Donald, “Tanzimat Döneminde Ekonominin Temel Problemleri”, Çev. Fatma Acun, Tanzimat, Ed. Halil İnalcık ve Mehmet Seyitdanlıoğlu, Türkiye İş Bankası Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 2018, s. 731-740.




[1] Bernard Camille Collas, 1864’te Türkiye Tanzimat Sonrası Düzenlemeler ve Kapitülasyonların Tam Metni, Bileşim Yayınevi, Çev. Teoman Tunçdoğan, İstanbul, 2005, s. 119.

[2] Osmanlı İmparatorluğu’ndaki yabancı cemaatlere verilen ayrıcalıkların ana kaynağı elbette kapitülasyonlardır, ancak bu cemaatlerin himaye altındakiler ve Osmanlı dragomanları söz konusu olduğunda, beratlar ve bunlara ek niteliğindeki fermanlar da bir o kadar önemlidir. Bkz. Maurits H. Van den Boogert, Kapitülasyonlar ve Osmanlı Hukuk Sistemi (18. Yüzyılda kadılar, konsoloslar ve beratlılar), Çev. Ali Coşkun Tuncer, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2014, s. 62.

[3]Bahadır Apaydın, Kapitülasyonların Osmanlı-Türk Adli ve İdari Modernleşmesine Etkisi, İstanbul Kültür Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmış Doktora Tezi, 2009, s. 148-151.

[4] Kelime Aramî bir menşeden gelmiş, en eski şekli “targmanâna ve targem” olup İbranice’ye targum, Arur Babilcesine targamana olarak geçmiştir. Bkz. Cengiz Orhonlu, “Tercüman”, İA, Cilt 12/1, Milli Eğitim Basımevi, 2. Baskı, İstanbul, 1979, s. 173.

[5] A. Gündüz Ökçün, “Kapitülasyonlar Hakkında Bab-ı Âli’nin Sefaretlere Gönderdiği 7 Temmuz 1867 Tarihli Muhtıra” AÜSBF Dergisi, Cilt 22, Sayı 3, Yıl 1967, Ankara, 1968, s. 141.

[6] Boogert, a.g.e., s. 62.

[7] Kemal Çiçek, “ Osmanlı Devletinde Yabancı Konsolosluk Tercümanları”, Ed. Kemal Çiçek-Abdullah Saydam, Kıbrıs’tan Kafkasya’ya Osmanlı Dünyasında Siyaset, Adalet ve Raiyyet, Derya Kitabevi, Trabzon, 1998, s. 173-175.

[8] Çiçek, a.g.m., s. 179.

[9] Ökçün, a.g.m., s. 150-151.

[10] Apaydın, a.g.t., s. 155-156.

[11] Halil İnalcık, “Osmanlı’nın Avrupa ile Barışıklığı: Kapitülasyonlar ve Ticâret”, Doğu-Batı (Savaş ve Barış), Sayı 24, 2. Baskı, Ankara, 2003, s. 73.

[12] Boogert, a.g.e., s. 66.

[13] Mehmet Demiryürek, "İngiltere Tercümanları ve 1758 Tercüman Reformu”, Belleten, Cilt 80, Sayı, 288, Ankara, 2016, s. 459.

[14] Boogert, a.g.e., s. 68-69.

[15] İlk olarak 1737 yılında İsveç’e verilen bir ahidnamede tercüman sayısından bahsedilmiş, elçilikte dört, elçiliğe bağlı her bir konsoloslukta bir tercümanın bulunması zikredilmiştir. Bkz. Demiryürek, a.g.m., s. 461.

[16] Erdoğan Keleş, “Avrupa Tüccarının Hukukî ve Ticarî Durumlarına Dair Bazı Tespitler (1835-1868)”, Belleten, Cilt 79, Sayı 284, Ankara, 2015. s. 199-200.

[17] Demiryürek, a.g.m., s. 461.

[18] Boogert, a.g.e., s. 75, 79.

[19] Demiryürek, a.g.m., s. 469; Boogert, a.g.e., s. 94-101.

[20] Namık Kemal, “Konsoloslar”, Osmanlı Modernleşmesinin Meseleleri Siyaset/ Hukuk/ Din/ İktisat/ Matbuat Bütün Makaleler I, Haz. Nergiz Yılmaz Aydoğdu ve İsmail Kara, Dergâh Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2019, s. 335.

[21] İnalcık, a.g.m., s. 73.

[22] Boogert, a.g.e., s. 82-88.

[23] Boogerit, Osmanlı Devleti’nin asıl hedefinin mahmilerin sayısını değil, bunların hangi belirli kentlerde yoğunlaştığını bulmak olduğunu söylemektedir. Bkz. Boogert, a.g.e., s. 102.

[24] Demiryürek, a.g.m., s. 461.

[25] Salâhi R. Sonyel, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Koruma (protégé) Sistemi ve Kötüye Kullanılışı”, Belleten, TTK, Cilt LV, Sayı, 213, Ankara, 1991, s. 361.

[26] Sonyel, a.g.m., s. 365.

[27] Ömer Lütfi Barkan, “Türk Toprak Hukuku Tarihinde Tanzimat ve 1274 (1858) Tarihli Arazi Kanunnamesi” Tanzimat 1, MEB, İstanbul, 1999, s. 392.

[28] İnalcık, a.g.m., s. 73.

[29] Keleş, a.g.m., s. 200-201

[30] İnalcık, a.g.m., s. 73.

[31] Donald Quataert, “Tanzimat Döneminde Ekonominin Temel Problemleri”, Çev. Fatma Acun, Tanzimat, Ed. Halil İnalcık ve Mehmet Seyitdanlıoğlu, Türkiye İş Bankası Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 2018, s. 740.

[32] Şennur Şenel, “Osmanlılarda Ticaret Anlayışı ve Ticaret Teşkilatında Yeni Bir Yapılanma: Hayriye Tüccarı”, Türkler, Cilt 10, Ankara, 2002, s. 1364.

[33] William Shakespeare, Venedik Taciri, Çev. Bülent Bozkurt, Remzi Kitabevi,12. Baskı, İstanbul, 2013, s. 34.

[34] Mustafa Can Güripek, Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadi Düşüncenin Modernleşmesi ve Hayriyye Tüccarları, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Anabilim Dalı İktisat Tarihi Bilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2018, s. 115.

[35] Mehmet Genç, “Yed-i Vâhid”, DİA, Cilt 43, İstanbul, 2013, s. 380-381.

[36] Sonyel, a.g.m., s. 367.

[37] A.g.m., s. 370.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

OSMANLI DEVLETİ KLASİK DÖNEMİNDE ELÇİ KABULÜ VE ELÇİ KABUL TÖRENLERİ

CÂBİR BİN HAYYÂN