OSMANLI DEVLETİ KLASİK DÖNEMİNDE ELÇİ KABULÜ VE ELÇİ KABUL TÖRENLERİ


Giriş

Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren ilk olarak Memlük, Bizans, Karaman, Germiyan, Çandar-oğulları, Timurlular, Karakoyunlu ve Akkoyunlular olmak üzere beylik ve devletlerle ilişki halinde olunca arada elçiler gidip gelmiştir. Osmanlı Devleti genişlemeye başlamış Venedik ve Ceneviz ile de ticari ilişkiler bağlamında elçilere ihtiyaç duyulmuştur. Bu iki devletten Venedik Fatih’ten beri ticari imtiyazlar elde ederek İstanbul’da daimi elçi bulundurma hakkını kazanmıştır.[1] Bundan sonraki süreçte Rusya, Avusturya, İspanya, Hollanda, İngiltere, Fransa, Saksonya gibi devletlerde Osmanlı Devleti’ne elçiler göndermişlerdir.[2] Fas tarafından[3], İran, Hindistan, Buhara taraflarından da elçiler gelmiştir.[4]

 

1.      Elçi Kabulü

Osmanlı hanedanı içinde ilk kez huzuruna elçi kabul eden Orhan Gazidir. Bizans elçisini kabul etmiştir. Sonrasında 1. Murad Ragüze murahhas heyetini kabul etmiş Bizanslıların bazı delegeleriyle de temaslarda bulunmuştur. 2. Murad ise Edirne sarayında büyük bir merasimle Milan Dukalığı elçisi (Benedikto)ni kabul etmiştir. Kanunî Sultan Süleyman döneminde ise çeşitli amaçlarla İstanbul’a birçok sefir geldiği halde pek azı padişahın huzuruna çıkma şerefine nail olabilmiştir. Diğerleri Sadrazamla görüşmüşlerdir.[5]

Elçiler Sadrazamla görüştüklerinde herhangi bir sonuca ulaşılamazsa padişah tarafından kabul edilmeyi isteyebiliyorlardı. Örnek verecek olursak, 1533’de Almanya İmparatoru Şarlken İstanbul’a sulh akdi için sefaret heyeti göndermiştir.[6] Sadrazamla birkaç kez görüştükten ve sonuca varamadıklarından dolayı padişahın huzuruna kabul edilmeyi rica etmişlerdir. Gün ve saat ayarlandıktan sonra padişahın iradesi kendilerine ulaştırılmıştır. Bunun üzerine elçi heyeti içeri girerken gördükleri karşısında hayrete düşmüşlerdir. Ali Seydi Bey tarafından hayretleri şu şekilde anlatılır: “Tayin edilen kapıdan girip sarayın birinci meydanına varınca orada iki fil ile bir zürafe, ikinci avluda zincire vurulmuş 10 aslan ile 2 kaplanı, divan-ı hümayun önünde de Enderun ağalariyle süslü solakları ve 3000 kadar silahlı yeniçeriyi görünce hem korkmuşlar, hem şaşırmışlardır.” Bundan sonra Padişahın huzuruna merasimle girmişler fakat konu tartışılmasına rağmen sadrazamın reyi olmadığı için ise mesele halledilememiştir.[7]

Padişah elçilere itibar gösterilmesi konusunda ferman çıkarırdı. Mesela İran Şahının gönderdiği elçiye itibar gösterilmesi ferman olunmuştu. Böylece büyük vezirler elçinin onuruna şölenler düzenleyip yemekler yedirdiler. Hatta Peçevi Tarihi’nde yer aldığı gibi vezirlerin her biri kendilerine sunulan bağışların iki katını elçiye verirler. Padişahın mektubu elçiye yine divanda teslim olunur ve elçi ve maiyetine derecelerine göre onur kaftanları giydirilirdi. Birçok armağanlar verilir ve padişahın ahırından altın koşumla donatılmış bir at bağışlanırdı.[8]

Elçiler Osmanlı Devleti’ne yardım isteme, tehdit etme, barışı pekiştirmek, cülûs tebriki, mektup getirme vb. amaçlarla gelebilirdi. Mesela 1526’da Erdel Voyvodası Sapolayi Yanoş, Ferdinand’ın kendisini Budin’den çıkarması üzerine Sultan Süleyman’dan yardım için elçi gönderme kararı almıştı. Sadrazam İbrahim Paşa ile görüşerek elçinin huzura kabul edilmesinin sağlanmasını istedi. Sadrazamın bildirmesi üzerine bütün vezirler, ağalar ve Divan üyeleri önüne çıkarak durumu anlatması padişah tarafından buyruldu. Elçi, Divan’a gelip durumu anlattığı sırada padişah onu pencereden dinliyordu. Padişah elçiye gelecek yıl yardım etmeyi vaat etmiştir. Elçiye kaftanlar giydirterek gerekli ikram ve ilgi gösterileri ile elçiyi gönderse de bunu duyan Ferdinand’ın iki ülke arasındaki barışın sürdürülmesi için padişahın daha önceden aldığı Belgrad kalesi ile öteki kaleleri geri vermesini söyleyen mektubu taşıyan elçiyi İstanbul’a göndermesi üzerine öfkelenen padişah Erdel Voyvodası’na yardım edeceğinin bildirilmesini emretmiştir.[9] Yardım isteyenlerden biri de Açe padişahı Sultan Alâaddin’dir. 1567-1569 tarihli mühimme defterinde Sultan Alâaddin, Osmanlı padişahına elçi ve mektup göndererek Portekizlilerin Müslümanlara saldırılarda bulunduklarını bildirip yardım talebinde bulunmuştur.[10]  Barışı pekiştirmek amacıyla da Osmanlı Devleti’ne elçiler gönderilmiştir. Macar Kralı Vladis Layoş bu amaçla Barla Bayla adındaki bir elçiyi İstanbul’a göndermiştir. Elçi Bayezid’in oğlu tarafından öldürüldüğü, şehzadelerin saltanat için silaha sarıldıkları bir zamanda İstanbul’a geldiği için Sultan Selim saltanat sorununu tam olarak çözmeden elçiyi kabul edemeyeceğini, İstanbul’da oturması gerektiğini söylemiştir. Ondan sonraki süreçte yedi yıl boyunca elçiyi yanında alıkoymuş ve ancak o zaman barış yapmıştır.[11] Cülûs tebriki meselesinde tahta çıkan Osmanlı padişahı devletlere cülüs namesi gönderir. Bu devletin padişahının değiştiğinin diğer devletlere haber verilmesidir. Buna mukabil devletler padişahı tebrik için hediyelerle ve mektupla birlikte elçi gönderirler. Bazen teşrifata karşı olarak göndermeyip yerlerine İstanbul’daki kapı kethüdasını elçi tayin ederek name gönderebiliyorlardı. Elçi gelmiş ve hediyesi yoksa padişahın huzuruna kabul edilmezdi. İstisnai durumlar da olmuştur. Meselâ 1794 yılında Fransanın elçisi hediyelerin kendisinden sonra geleceğini söyleyip padişah tarafından kabul edilmeyi istemişti. Eşyası gecikince hediyesiz kabul edilmişti.[12] Padişahın cülusu için gelen ve hediyeler getiren fevkalâde murahhaslara daha fazla ikramda bulunulurdu bu ikramlar gösterişle karışık olarak yapılırdı.[13] Bu da Devletin davranışının elçilerin mertebeleri ve kurallara riayetleri doğrultusunda değiştiğini göstermektedir. Elçi mektup getirdiğinde davet edilir ve teşrifat kuralları çerçevesinde merasimle mektup re’îsülküttâb tarafından Sadrazamdan aldığı mühürle hümayunun balmumu üzerine yayar ve sadrazama teslim eder. Mektup öpüldükten sonra elçiye teslim edilir. Bu şekilde elçinin gitmesine izin verilir.[14] Mektubun alımı ve padişaha arzı ve cevap yazıldıktan sonra elçiye teslimi bağlamında teşrifat noktasına daha sonra değinilecektir.

Elçilerin padişahın huzuruna çıkarken uyması gereken bir takım kurallar vardır. Bunlara uyulmadığı taktirde ya kabul edilmezler ya da küçük-büyük suretle cezalandırılabilirlerdi. Teşrifata dikkat etmeleri gerekirdi. Kurallara uymamaları devletin güçlülüğü ve yenilmezliği düşüncesinin diğer devletlerce aşılmaya başlandığı zamanlarda öne çıkmıştı. Buna rağmen devlet teşrifata dikkat etmiştir. Elçilerin uyması gereken kurallardan bazıları şunlardır: Sefirler padişahın huzuruna kılıçla çıkamazlardı. Sefirleri hapis etmek, döğdürmek, tercümanlarını öldürmek ve sınır dışı etmekle kendilerini özgür hisseden sadrazamların tebliğ ve telkin eyledikleri maddeler dışında padişaha söz söyleyemezlerdi. Buna uymayanlar hakaret görür ve kılıçları bellerinden zorla çıkarılırdı.[15] 1699 senesinin son ayında İstanbul’a gelen Fransız elçisi Ferriol, Amcazâde Hüseyin Paşa sadaretinde galebe divanından sonra huzura kabul edileceği sırada düz ve ensiz kılıç olan meçi çıkarmak istemediğinden padişah tarafından kabul edilmemiştir.[16] Bunun Ocak ayında imzalanan Karlofça Antlaşması ile alakası olabilir. Osmanlı Devleti büyük kayıplar yaşamış bu bağlamda devletler tarafından yenilebilir görülmeye başlanmıştır. Devletlerin bu düşünceleri elçilerine de sirayet etmiştir. Bu tarz antlaşmalarla elçilerin Osmanlı Devleti’ne karşı tavırları bütünlük arz edebilir. Osmanlı Devleti’nin tavrına bakacak olursak, Karlofça Antlaşması’ndan sonra sefirler hakkındaki merasimi sadeleştirse de onlara gösterdiği ihtimamı artırmıştır. Mesela kalabalık bir heyetle İstanbul’a gelen Avusturya elçisine günde üç öküz, bir dana, on koyun, kırk tavuk, üç hindi, on kaz, otuz güvercin, yüz elli okka un, on okka sebze, elli kile arpa, on kantar saman, yüz elli kuruşluk harçlık tahsis olunmuştur.[17] Elçilerin uyması gereken bir diğer kural da Padişahın huzurunda eğilmelerinin gerekliliğidir. 1667 yılında İstanbul’a gelen bir Avusturya elçisi padişahın önünde yeteri kadar eğilmediği için ensesinden hızlıca itilmek suretiyle yere düşürülmüştü.[18] Elçilerin bazı durumlarda hapsedildiği de bilinir. Peçevi de Ferdinand’ın gönderildiği elçinin hapsedilmesi bu adamın önceleri macar beylerinden iken döneklik ederek Kral Ferdinand’ın hizmetine girmesi olarak gösterilmiştir.[19] Elçinin uyması gereken kuralların dışında sadrazamın da elçiye karşı davranışlarında sınırlama vardı. Mesela elçi geldiğinde sadrazam onu devletin mevcut durumu hakkında bilgi edinmemesi için çok gezdirmemelidir.[20]

Herhangi bir elçi Osmanlı sınırlarına ayak bastıktan itibaren misafir olarak kabul edilir ve mihmandar tarafından İstanbul’a getirilirdi.[21] Elçilik heyetinin tüm yiyecek ve yol masrafları devlete ait olurdu.[22] Mesela İran’dan gelen elçinin belirtilen yol güzergâhından gönderilmesi ve güzergâh boyunca elçi için zahire hazırlanması için padişah tarafından kadılara bildiriliyor.[23] Osmanlı Devleti, sadece zahire sağlama noktasında değil onların canlarının ve mallarının güvenliğini sağlama yolunda önlemler almıştır. 7 Numaralı Mühimme Defterinde padişah Leh elçisinin elinden kâğıtlarının alınması ve alıkonulması üzerine Boğdan voyvodasına şöyle buyurmuştur: “Vusûl buldukda, te’hîr u terâhî itmeyüp mezbûzı Dergâh-ı Mu’allâm’a emîn ü sâlim gönderüp Boğdan vilâyetinde akçalarıyla yimlerin ve yimeklerin ve sâyir levâzimlerin tedârük itdürüp avk u te’hîr itdürmeyesin. Şöyle ki; mezbûra zarar müterettib ola, mu’âteb ola, mu’âteb olursın; ana göre mukayyed olup basîret üzre olasın.” [24] İran tarafından elçi olarak İstanbul’a gönderilen Şahkulu Sultan’ın adamlarından Sadreddin’in, Çoban Köprüsü’nde eşyalarının çalınması üzerine padişahın Erzurum Beğlerbeğisine ve Pasin Kadısına verdiği hükümde bu minvalde örnek olarak gösterilebilir.[25] Sadece elçilerin Osmanlı memleketine gelirken değil kendi memleketlerine dönerken de bu hususlara dikkat edilmiştir. Erdel tarafından Osmanlı Devleti’ne gönderilen elçinin memleketine dönerken ihtiyaçlarının karşılanması, mal ve can güvenliğinin sağlanması noktasında bir buyruldu tercümana verilmiştir.[26]

 

 

 




[1] Yusuf Halaçoğlu, XVI-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilâtı ve Sosyal Yapı, 7. Baskı, Ankara, 2014, s. 40-41.

[2] Esad Efendi, Osmanlılarda Töre ve Törenler (Teşrifât-ı Kadîme), Sad: Yavuz Ercan, İstanbul, 1979, s. 126-135,137-142.

[3]İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilâtı, Ankara, 1948,  s. 271.

[4]Halaçoğlu, a.g.e.,  s. 43.

[5] Ali Seydi Bey, Teşrifat ve Teşkilatımız (Teşrifat ve Teşkilat-ı Kadimemiz), İstanbul, s. 139.

[6] Ali Seydi Bey, a.g.e.,  s. 139.

[7] Ali Seydi Bey, a.g.e., s.  140.

[8]Peçevi İbrahim Efendi, Peçevi Tarihi, C. I, Haz. Bekir Sıtkı Baykal, Mersin, 1992,, s. 239.

[9]Peçevi İbrahim Efendi, a.g.e.,  s. 106-107.

[10]7 Numaralı Mühimme Defteri, C. I, (975-976/1567-1569), Özet-Trankripriyon, Ankara, 1998, s. 124.

[11]Peçevi İbrahim Efendi, a.g.e., s. 302.

[12] Uzunçarşılı, a.g.e., s. 308-309.

[13] Ali Seydi Bey, a.g.e., s. 142

[14] İzzî Süleyman Efendi, İzzî Tarihi, Haz. Ziya Yılmazer, 1. Baskı, İstanbul, 2019, s. 23-24.

[15] Ali Seydi Bey, a.g.e., s. 140.

[16] Uzunçarşılı, a.g.e., s. 290.

[17] Ali Seydi Bey, a.g.e., s.142.

[18] A.g.e., s. 140.

[19]Peçevi İbrahim Efendi, a.g.e., s. 175.

[20] Lütfi Paşa, Asafnâme, Haz. Ahmet Uğur, Ankara, 1982, s. 20.

[21] Uzunçarşılı, a.g.e., s. 277.

[22] İzzî Süleyman Efendi, a.g.e.,  s. 268.

[23]7 Numaralı Mühimme Defteri, s. 280-281.

[24] 7 Numaralı Mühimme Defteri, s. 285,

[25] 7 Numaralı Mühimme Defteri, s. 470-471.

[26] 85 Numaralı Mühimme Defteri, (1040-1041,1042/1630-1631,1632), Özet-Transkripsiyon, Ankara, 2002, s. 371-372.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

CÂBİR BİN HAYYÂN

KORUMA SİSTEMİNİN SUİSTİMALİ (GENİŞLEMESİ) VE SONUÇLARI